“Ben Emel…Hikayemin anlatmaya değer bir tarafı yok. Bir adamın karısı, iki çocuğun annesiyim.” Diye başlıyor, bu hazin hikaye.
Hani diyorlar ya aile aile! İşte bir çocuğun yetişmesinde ailenin önemi.“Yaşadığım her güzel şey, derinlerden gelen o görüntülerle, gülerken yediğim beklenmedik bir tokat gibi kesilir.” Kocaman bir kadın oluyorsunuz, ama ailenizde yaşadıklarınız sizi şekillendiriyor. Anne rolü, baba rolü çok çok önemli. İş, sadece çocukların karnını doyurmakla olmuyor. Anne babanın yaşam şekli, hal ve davranışları… Yani ruhu da beslemek gerekiyor. Ben araştırmacıyım, özellikle toplumsal cinsiyetle ilgili konularda ama, edebiyatçı değilim, Şermin hanım gibi akıcı güzel, anlatamam. Bu yazının, aynısını sizlerle paylaşmak istedim. (Bavul dergisi, sayfa 6, yazar, Şermin Yaşar)

Ben Emel … Hikayemin anlatmaya değer bir tarafı yok. Bir adamın karısı , iki çocuğun annesiyim.Bankacıyım.İnsanlarla çok konuşmam. Genelde söylenenleri yaparım, çok düşünmemeye gayret ederim, çünkü bütün düşüncelerimin altından yüzümü buruşturup karnımı ağrıtan görüntüler çıkar. Yaşadığım her güzel şey, derinlerden gelen o görüntülerle , gülerken yediğim beklenmedik bir bir tokat gibi kesilir. Bu yüzden ağzımın kenarında yamuk bir tebessüm taşımaktansa ,hiç gülmemeyi tercih ederim.Yine aynı şey oldu. Nispeten mutlu girdiğim kuruyemişçiden ağlayacak gibi çıktım. Elimdeki kuruyemiş poşetini, bütün bir ömrümü kimse görmeden çekmecenin içine saklıyormuş gibi tıkıştırdım dolabımın içine. Koltuğuma oturdum ve gişenin açılmasını, öğle sonu mesaisinin ilk müşterisinin gelmesini bekledim. Ağlamamak için dudağımın içini ısırdım.
Tuzlu fıstık yemiyorum ben. Çok uzun zamandır yemiyorum. Görünce tüylerim diken diken oluyor. Gözlerimi hızlıca kapatıp bir anlık titriyorum. Mide bulantısı, korku, iğrenme her şey aynı anda oluyor, dilime zehir gibi bir tat yapışıyor. O tuzlu küçük fıstık tanesi, büyüyor, büyüyor, çocuk oyun alanlarındaki içinde insan olan dev peluş kostümler gibi kocaman bir fıstığa dönüşüp üstüme çöküyor sanki. Fıstık büyüdükçe ben küçülüyorum, korkup kaçarken yere düşen, yerin dibine geçen bir kız çocuğu oluyorum. Fıstık daha da büyük görünüyor aşağıdan bakınca. Sonra kendi eliyle başlığını çıkartıyor. Peluş oyuncağın içinden sarhoş babam çıkıyor.Eskiden babamdan çok korkardım. Büyüyünce bu korkunun yanına öfkede eklendi. Sonraları korku silindi, yerine müthiş bir öfke aldı. Yıllar geçtikçe öfkemde geçti. Şimdi annemlere her gittiğimde salondaki yatağında yatan, ağzı dişsiz, yüzü kahverengiye dönmüş, pijamaları üstünden dökülen bu zayıf ve hasta adamın baktıkça iğrenç bir acıma duygusuyla baş etmek zorunda kalıyorum.
Oysa biliyorum ki yıllar önce fıstık gibi bir adamdı, dev bir fıstık adam.14 yaşındaydım. Köydeki evimizde yer yatağında yatıyordum o gece. Kardeşim yanımda, ev yatılı misafir var,bütün odalar dolu, bizim için salona yer yatağı atmış annem. Salonun kapısı açılıyor ve kapı sesine uyanan bütün çocukların diyeceği gibi “Sen misin baba?” diyorum. Babam gelmiş, sarhoş, odanın içine bira kokusu geliyor kendinden önce. “Benim ulan, kim olacak, kendi evimize girerken de mi sizden izin alacağız, salonu da mı giremeyeceğiz” diye burnundan soluyarak yatağa yürüyor babam. Sarhoş. Orda akıl yok, düşünce yok, kalp yok, merhamet yok, ne yapıyorum ben yok. Başka geceler anneme yaptığı gibi vuruyor bana. Saçlarımdan tutup vuruyor. Başımı yastığa gömüyor sert elleriyle. Bağırmıyorum, çünkü evde misafir var. Halamın oğlunun düğünü için gelmişler, babamın uzaktan akrabaları. Onlar için Sait; gündüz de hayırsız, gündüz de işe yaramazın teki ama geceleri bunlara ilaveten bir de sarhoş. Babamı böyle görsünler, bilsinler istemiyorum. İnleyerek dayak yiyorum. Sonra bir anda kendine geliyor babam. Annemi döverken de böyle oluyor. Yumrukların arasında bir anda sarılıyor anneme. Çok dayaklık gecelerin sonunda odalarına çekilip sevişiyorlar. Duyuyorum seslerini. Babamı anlamadığım gibi, annemi de anlamıyorum. Duruyor öyle, vurduğunun bir hayvan olmadığının ayırdığına varıyor. Yatağının kenarına oturup sarılıyor bana leş gibi bira kokuyor nokta. “Kızım benim” diyor. Elini cebine sokuyor, deri ceketinin cebinden bir avuç tuzlu fıstık çıkartıp “Al yeni bunları” diyor. Avuçları terler babamın, elleri hep ıslaktır. O terli ve kocaman ellerinin arasında yapış yapış tuzlu fıstıklar duruyor. Koridordan duran turuncu gece lambasının ışığından, yer yatağının üzerinde, uyuyor gibi yapan kardeşim,bir ben, bir babam, bir avuç tuzlu fıstık ve uyuyan ev halkı… Tuzlu fıstıklara bakıyorum. “Yemiycem” diyorum sessizce. “Ye dedim” diye zorla bir tane sokuyor ağzıma. Çiğniyorum ama yutamıyorum. Ağlıyorum. Ağlarken bir şey yiyemem ben, hala yiyemem ben. Avcunu ağzına kapatıyor babam. “Ye dedim sana” diyor dişlerini sıkarak. O gece ki bira aleminden kalan bütün o fıstıklar, babamın terli eli ağzıma kapanıyor. Başıma bir yumruk daha geçirip çıkıp gidiyor odadan. Yer yatağından ağzım gözüm fıstık için öylece kalıyorum. Tuzlu fıstıkların kabukları, tuzlu gözyaşlarıma yakışıyor. Şube müdürünün topuk sesleriyle uyanıyorum, çekmecedeki kuruyemişleri unutmaya çalışıp sıra çağırma butonuna basıyorum…
Şiddet her yer de.
BeğenLiked by 1 kişi
nasıl büyük bir travma
şiddet tutkunu insanlar toplumdan soyutlanıp tedavi edilmeli
yazık olan çocuklar kalıyor geriye ne yazık ki
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkürler
BeğenBeğen