“Olması gerekenleri değil çoğunlukla inandığım şeyleri yaptım. Öyle de devam edeceğim…” Armağan Portakal
“Çocukluk denilen yitik ülke…
Kaçırılan bir çocuk…
Küçük kızların kahramanları…”
“Çorba soğumuş masada. Salata pörsümüş. Kurumuş pilavın taneleri. Mis kokulu kavun sulanmış bekledikçe. Anası, babası kısa boylu çocuklarını uzun uzun anlatmış, memur beyler not almış yarım sayfa. Erkek, altı yaşında, geç vakit top oynuyormuş, sokakta geç vakte kadar. Kumral. Düz saçlı. Çizgili penye, şort. Kaçmış olabilir, görgü tanığı yok. Mahalleli seviyor, iyi çocuk diyor. Sessiz, saygılıymış. Söz dinlermiş.”
Kadın olma, kadın olarak hayatta kalma sınavları… Armağan Portakal öykü kitabı Doğma Yavrum Dünya Çok Kalabalık’ta kısacık öykülerle koca koca romanların yapamadığını yapıyor… Hepimizin yüreklerine kök salmış hislere yeniden can veriyor…
“Yeni yıkanmış bahçenin kokusu yok artık.
İri iri doğranmış domatesin zeytinyağına karışan kırmızı rengi de. Parmaklarından akarak yediğin, pembe beyaz gofret arasındaki kaymaklı dondurma da.
Geride kaldı. Hayır, sen gittin.
Biz gittik oralardan. Biz uzaklaştık…
Çünkü… Büyüdük…”
Kısa kısa hikayeler, güzel betimlemeler akıp giden öyküler.
Yüreklerimizdeki sadece kök salmış hisleri değil, artık unuttuğumuz meyve ve sebzelerin gerçek tatlarını da, ortaya çıkarıyor. Eskiden var olan, ama şimdi bulamadığımız her şeyden, o güzelim dünyamızı nasıl kirlettiğimizi, yazar kendi hayatından da kesitler vererek anlatıyor.
“Dede selamladı herkesi. Oğlan çocuğunun yanına gitti. Çocuk heyecandan titreyerek, sazıyla öyle selam verdi ki. Al kalbine koy bu hürmeti. Ömrün boyunca kullan bitiremezsin. “