Parya, sürgün, illet, mazlum, kurban !
Benim ananem 60 yaşlarında dedemi kaybetti. Bir birlerini aşkla seven bu iki insan o günden sonra ebediyen birbirlerinden ayrıldılar..
Anneannem dedemin mezarına bile gidemedi. yaşadığımız toplumdaki geleneğe göre “eğer ananem dedemin mezarlığına giderse, orada ki ölülerin anane mi çıplak görür ve günah olur” diyerek esirgemişler. Ve bu kadın her zamankinden daha kapalı ve yalnız kalmamaya özen gösterdi. Çünkü ona göre o bir dul kadındı. Ve eksikti…
Yeni Delhi’deki “Dışlanmış Kadınlar: Dullar” başlıklı konferansın düzenleyicileri arasında Afganistan, Pakistan, Bangaldeş, Sri Lanka, Botan ve Nepalli kadın hakları savunucuları ve dul kadın eylemcileri ve Afganistan Kadın Mülteciler Derneği’nin Başkanı)Rükşende Naz, dünyanın bambaşka köşelerinde, bin bir badire atlatarak belgeler ve yaşam hikayeleri, bizleri bu yüzyılın en mühim ancak ne yazık ki en fazla ihmal edilen meselelerden biriyle yüzleştirmekte.
Eşlerinin ölümüyle birlikte zorlu bir yaşam mücadelesine girişmek zorunda kalmış,Hindistan’da 40 milyon civarında dul kadından bahsediliyor.
Gelenekler onları belli kalıpların içine sokuyor. Renkli giysiler giymeye son vermekten, makyaj yapmayı toptan bırakmaya kadar pek çok kısıtlamayla yüzleşiyorlar, cinselliklerini gömmek, dulluğun bir parçası sanki.
Konferansa katılan Pakistanlı avukat (Aynı zamanda Afganistan Kadın Mülteciler Derneği’nin Başkanı) Rükşende Naz, Pakistan’da da durumun aynı olduğunu, bir cehennemin de orada yaşandığını söylüyor: “Hindistan’da da, Pakistan’da da dul kadınların gördüğü baskılar aynı. Kocası ölen bir kadın, artık pek insani muamele göremiyor. Dul kadınların erkeklerle yan yana oturmasına bile müsaade edilmez. Eğer bir çalışma hayatı varsa, ona şüpheyle bakılır”.

“Karımı bir yıl sonra iki katına satabilirim” Organizasyonda görevli olan kişiler, ön yargılardan en çok zarar gören dul kadınların yoksul olanlar olduğunu ifade ediyorlar.
Naz’ın söylediğine göre, Pakistan’daki kadınlar üç yasanın, dini hukuk, medeni hukuk ve gelenek yasalarının baskısı altında. Gelenek yasaları denilen yasalar ise, törelere göre uygulanıyor ve tamamen toplumların patriarkallarının vicdanına kalmış. Ülkenin büyük bir bölümünde başlık parası hala yaygın. Naz’ın açıklamasına göre başlık parasının miktarını gelinin ten rengi, toplumsal statüsü ve ailesinin statüsü belirliyor. Eşleri ölen kadınları ya kayın biraderleriyle evlendiriliyorlar ya da yeniden satışa çıkarılıyorlar. Hatta bazen kocaların bile eşlerini sattığı görülüyor. Naz şöyle bir konuşmaya tanık olduğunu açıklıyor: “Karımı 100 000 Rs’ye almıştım ama öyle güzel ki, şimdi onu bir yıl sonra bunun iki katına satabilirim”.
Naz Afganistan’da ki dullar üzerine de bir araştırma yapmış…
Pakistan’da üç milyon Afgan mülteci bulunuyor, bunların bir kısmı da savaşlar sırasında dul kalan kadınlar: “Jalozai kampında 5000 dul kadın var, yarısı bir koğuşa sığdırılmış. Onları ilk başta kendi aileleri sömürüyor. Onların karneleriyle yemek alıyorlar ve onları fuhuşa zorluyorlar”. Naz, bu aşağılanmaları bizzat kendisi de yaşamış. Eşi öldükten sonra ailesinin gözünde değeri düşmüş ve tanıdığı erkeklerle evlenebileceğine dair imalar başlamış:”Pakistan’da ev kadınları çoğunlukta. Eşler ölünce kadının da mali gücü azalıyor, çoğu eğitimsiz olduğundan kendisini geçindiremiyor. Bu yüzden hayatta kalmak zorlaşıyor. Üstelik Pakistan’da dullar için herhangi bir kadın sığınağı da yok”.
Yasalar bile ayrımcı. Özellikle çocukların velayeti konusunda. Çocukların velayeti babanın ölümünden sonra, erkek tarafının yaşı en büyük olan kişisine geçiyor. Dul kalan kadın kendi çocuğunun velayeti için mahkemeye başvurmak zorunda.

Konferansa katılan kadınlar kendi tanıklıklarını dile getirmekten çekinmiyor: “Eşimin öldüğü gece erkek kardeşleri köyden naaş’ını almaya geldiler. Bütün ev eşyalarımızı aldılar. Ben onları durdurmak isteyince de, hem beni hem de çocuklarımı dövdüler. Beni eşimi zehirlemekle, cadılıkla suçladılar. Benim onun yasal karısı olmadığımı iddia ettiler.”
Kenyalı bu kadının tanıklığı, Karaçi’den, Londra’dan pek çok kadının sesiyle bütünleşiyor. Britanya merkezli Dul Kadınları Güçlendirme Vakfı’nın kurucusu Margaret Owen, bu meselenin artık kültürler, dinler, ülkeler ve kıtalarla sınırlı olmadığını vurguluyor: “Eşlerini kaybeden kadınlar sadece Güney Asya’da değil, bütün dünyada ayrımcılığa uğruyor”, diyor.
Kendisi de bir dul olan Owen, kadın hakları konusunda uzmanlaşmış bir avukat. Dul kadınların toplum ve yasalar karşısındaki konumları üzerine yıllarca süren çalışmalar yapmış. 1996’da desteği örgütlü kılmak için bir dernek kurmuş. Owen, “Dünya üzerindeki savaşlar gitgide daha çok kadının eşini kaybetmesine yol açıyor”, diyor.
Savaşlar sonrasında ölen erkeklere, babasız kalan çocuklara dair pek çok istatistik tutuluyor ama kadınlarla ilgili veriler neredeyse yok denecek kadar az. Kosova’da da, Bosna’da da, Sierra Leone’de de, Afganistan’da da durum aynı. Owen “Oysa insanlar veri istiyor”, diyor, “Hemen soruyorlar, kaç tane?”. Hindistan bu konuda rakam verebilen nadir gelişmekte olan ülkeden biri. Hindistan’da 40 milyonun üzerinde dul kadının yaşadığı açıklanıyor.
Owen, “Dulluk sadece kadınların konusu değil”, diyor. “Dulluk herkesin konusu. Kadınlar üzerinde böyle bir baskı oluşturarak bütün insanlığın gelişimini engelliyorlar”.
Owen’ın verdiği rakamlara göre, Hindistan’da erkek dulların sayısı, kadınlarınkinin üçte biri kadar. Afrika’da herhangi bir ülkede ise, erişkin kadınların ortalama %67’sinin dul olduğu belirtiliyor. Owen’ın konferansta anlattıkları çok çarpıcı: “Afrika’da eşleri ölen kadınların başına gelmeyen kalmıyor. Çoğu büyücü, cadı damgası yiyor, eşini öldürmekle suçlanıyor”.Birtanya’daki Güney Asyalı dul kadınların sorunları da konferansa dahildi. Bu konuda çalışan Indira Patel, gömen kadınların belli bir topluluktan çıkmadıkları için önyargı ve ayrımcılığa daha fazla maruz kaldığını açıklıyor: “Gettolarda, kenar mahallelerde yaşıyorlar, kimse geleneksel yaptırımların acımasız yönünü göremiyor. Bu kadınların başka kadınlarla görüşme şansları bile yok, bu yüzden kamuoyu onların çektiklerinden bihaber kalıyor”.
Tabii ki , Britanya’da eşleri ölen kadınlara yönelik bir devlet baskısı yok. Üstelik pek çok destek ve yardım kuruluşu var. Ama göçmen kadınlar ailelerine bağlı kaldıkları için bunlardan pek yararlanamıyor. Patel’in içinde bulunduğu organizasyon, daha çok Britanya’daki Güney Asyalı kadınlara yardım etmek üzere çalışıyor.
Kayıptan sonra yaşamak!
Natıonal Geographıc Türkiye,Şubat 2017 sayısında, Bazı kültürlerde dul bir kadın olmak,dışlanmak savunmasızlık ve suistimalle özdeşti. ve şimdilerde eşlerini kaybeden kadınlar bu anlayışla mücadele yolunu seçti.
Anlatılanlar çok çarpıcı!
Parya, sürgün, illet, mazlum, kurban !
Vrindavan’a gelip bu araştırmayı yapan, Cynthıa Gorney , bir yıllık bir proje kapsamında fotoğrafçı Amy Toensing ile birlikte dünyanın birbirinden çok farklı üç noktasında dul kadınlardan oluşan sıradışı toplulukları ziyaret ediyor olmamız. Keşfetmek üzere yola çıktığımız şey kişisel yas değil. Kocası ölen kadınlara toplum tarafından dayatılan yeni kimlikler: Parya, sürgün, illet, mazlum, kurban.
Güneşin doğmasına daha çok var. Vrindavanlı dul kadınlar, çamur birikintilerine ve taze inek dışkılarına basmamaya çalışarak asfaltsız, karanlık sokaklarda koşuşturuyor. Her sabah aynı kırık kaldırımda, gönüllüler küvet büyüklüğünde bir tankta çay demliyor. Dul kadınlar, erkenden orada olmaları, yere serilmiş kilimler üzerinde yerlerini almaları, çamura bulaşmaması için sarilerinin eteklerini kaldırdıktan sonra dirseklerini dizlerinin üzerine dayayıp beklemeleri gerektiğini biliyor. Eğer çok geç kalırlarsa çay bitebilir. Epey ileride yer alan bir sonraki yardım noktasında pirinç patlağı kalmayabilir. “Sabahları hızlı olamıyorum, iyi değilim,” diye yakınıyor dullardan biri. “Ama acele etmemiz gerekiyor. Ne kaçıracağımızı bilmiyoruz.”

Saat 05.30. Serin bir şafak vakti; gökte hilal var. Dul kadınlardan birkaçı renkli sarilere bürünmüş olsa da, çoğu beyazlar içinde. Hindistan’da, ister kısa bir süre ister yıllar önce olsun, bir kadının kocasını yitirdiğine dair mutlak bir gösterge bu. Alacakaranlıkta balık sürüsü gibi hareket ediyor, birlikte koşturarak sokak köşelerinden gruplar halinde çıkıveriyorlar.
Kocasından daha uzun yaşama talihsizliğinin yükünü sonsuza kadar omuzlarında taşıyan bir kadın,
“Berber gelip saçlarını kesiyor. Bir kadının en büyük güzelliği saçında ve giysilerindedir.
Kocam gittikten sonra ne yapacaktım ki onları?”
Kaç yaşında? “Doksan altı.”
Kocası öldüğünde kaç yaşındaydı?
“On yedi.”
Bunları size yazdıkça, beni alıp çocukluk yıllarıma götürüyor. 27 yaşında dul kalan komşumuzun kızının, o güzeller güzeli saçlarına yaptığı örgülerini kesmesi ve eşinin küçük kardeşi ile zorla yeniden evlendirilmesi olayını hiç unutmuyorum…

Sığınaklarda, paylaştıkları kiralık odalarda, hiçbir yer bulamazlarsa yol kenarlarındaki tentelerin altında yaşıyorlar. Delhi’nin yaklaşık 150 kilometre güneyindeki Vrindavan’a, Hindistan’ın her yanından, özellikle de Krişna sadakatinin çok yoğun olduğu Batı Bengal’den dul kadınlar geliyor. Bazen yanlarında güvendikleri guruları da oluyor. Bazen akrabaları getiriyor onları, bir aşrama ya da bir dört yol ağzına bırakıp araçlarını sürüp gidiyorlar.
Dul kalan kadını evden uzaklaştırmayan akrabalar dahi, artık aralarındaki rolünün sona erdiğini günbegün kadına belli ediyor. Kocasından daha uzun yaşama talihsizliğinin yükünü sonsuza kadar omuzlarında taşıyan bir kadın, Hindistan’daki dul kadınların zorlu yaşamı üzerine yazan Delhili psikolog Vasantha Patri’nin deyimiyle, “fiziksel olarak hayatta olsa da sosyal anlamda ölü,” oluyor. Vrindavan bir “dullar şehri”; bir kap sıcak yemek, birlik ve amaç kaynağı olarak biliniyor ve kadınlar otobüse veya trene binip kendi başlarına da buraya geliyor. Kanaklata Adhikari adlı ince uzun kadın, yedi dul kadınla paylaştığı sığınak odasındaki yatağından Bengalce seslenerek, “Hiçbirimiz ailelerimizin yanına dönmek istemiyoruz,” diyor. “Ailelerimizle konuşmuyoruz. Biz birbirimizin ailesiyiz.”

Arkadaşlar biliyor musunuz; Afganistan da kadınların ortalama ömrü 47 yaş…
9 veya 10 yaşında evlendirilip, hemde çocuk sahibi olmak istiyorlar…
Birleşmiş Milletler’in verilerine göre dünyada 259 milyon dul kadın var ve bunların yaklaşık yarısı yoksulluk içinde yaşıyor. Haklarının yasalarla korunduğu yerlerde bile bazen hor görülüyor. Afrika, Ortadoğu ve Asya’nın bazı yerlerinde ayrımcılık, cinsel saldırı, mülklerinin ve çocuklarının ellerinden alınması gibi uygulamalara maruz kalıyorlar.
Konuşmakla ya da yazmakla geçmiyor acılar, unutulmuyor yaşanan travmalar. Ama konuşmamanın, yazmamanın kimselere anlatamamanın da bedeli ağır diyor. Ünlü yazar Elif Safak… Çünkü bizler hemcinslerimizi tanımamız için bunları bilmemiz gerekiyor.

Kayıptan sonra, dul kadınların, konusu filmlere de konu olmuştur. 2005 yılında Oscar’a aday gösterilen yabancı filmlerden biri. Mahatma Gandhi’den hemen önceki dönemde, dul kadınların nasıl bir hayat yaşadığını gösteren oldukça çarpıcı bir film. Water Filmin minik kahramanı 7 yaşında evlendirilip, dul kalıyor. Sadece dul kadınların yaşadığı bir dullar evine gönderiliyor. Gerçek hayatla bağları neredeyse sıfırlanan bu evde yaşanan dram ve bir aşk hikayesi konu alınmış. Deepha Mehta’nın yönettiği fim, Fire(Ateş) ve Earth (Toprak) filmlerinin oluşturduğu üçlemenin son filmi. Bu Kanada yapımı filmin müzikleri de oldukça güzel.
Ve son olarak bu düpedüz insan hakları ihlali…